Acılarını türküleriyle yoğuran ozan:
Mehmet Koç
HÜSEYİN KIVANÇ
İSTANBUL
Mehmet Koç adı 12 Eylül askeri darbesinden önceki dönemde çok bilinen bir addı. Devrimci gecelerin yıldızıydı. Tek 45’lik plağını Ruhi Su’nun desteğiyle çıkaran Mehmet Koç, daha sonra birçok 45’lik plak ve kaset yaptı. Söylediği türküler nedeniyle işkenceler gördü, cezaevlerinde kaldı ve uzun süreler yargılandı. 12 Eylül döneminden sonra Fransa’ya gitti; ailesiyle birlikte Paris’te yaşadı. Orada da müzik ve resim çalışmalarını sürdürdü. Fransa’da üniversite eğitimi gördü ve akademik kariyer yaptı.
Şimdilerde yeni bir kaseti çıktı Mehmet Koç’un: «Ses Verin Sesime Dağlar». Söz ve müziğinin tümünün kendine ait olan bu yeni albümle ilgili olarak ve bugüne kadarki müzik serüvenini Mehmet Koç’la konuştuk.
-Mehmet Koç müziğe nasıl başladı?
Babam sazı elime tutuşturduğunda henüz dört yaşındaydım. Zaten bizim evde müzik yoğun olarak vardı. Babam köyün en iyi saz çalan insanıydı. Daha radyo gelmemişti köye. Müzikle tek bağlantımız sazdı. Beş yaşında bazı türküleri sazla çalmaya başladığımda harika çocuk muamelesi görüyordum. İlkokula başladığımda duyduğum her türküyü çalabiliyordum. İyi de resim yapmaya başlamıştım. Köyümüzdeki bütün genç kızların çeyizlerindeki elle işledikleri kuşların, çiçeklerin ve şahmeran resimlerinin tamamını ben çizerdim. Karşılığında da yumurta alırdım. Müzisyen yanımı babamdan, resim yapma yanımı da anamdan almışım. Anam, harika halı, kilim dokurdu. Motifleri ve renkleri öyle bir ustalıkla kullanırdı ki, ünü, Sivas’tan Malatya’ya kadar yayılmıştı. Hiç terzi görmemesine karşın, çocukluğumuzda bize takım elbise dikerdi.
Müzik gelişiminiz nasıl oluştu?
Bizim köye ilk radyo 1954 yılında geldi. Herkes şaşırmıştı. Radyo aracılığıyla kendi yöremiz dışındaki yörelerin türkülerini öğrenme ve çalma fırsatı doğmuştu. Ortaokul birinci sınıftayken, dost toplantılarında iki buçuk liraya bağlamaya çalmaya başlamıştım. Müzik gelişimimdeki en büyük etkenlerden biri de büyük ozanımız Aşık Veysel’i tanımamdı. Ona hayran olmuş, etkisinden aylarca kurtulamamıştım.
Liseyi bitirdikten sonra daha çok şehirli çocuklarla arkadaşlık kurmuştum. Şehirli çocuklar bana, türkülerin geri bir kültür olduğunu ima ediyorlardı. Bunların etkisiyle saz çaldığımı bile saklayacak, türküler söylemeyecektim.
Üniversiteye başladığımda gitar, bateri, bas çalan 5 arkadaşımı bir araya getirerek Ankara Ekspresi adlı müzik grubunu kurdum. Yabancı şarkılara Türkçe sözler yazıyor ve söylüyorduk. O yıllarda kabul gören müzik de buydu. Bu da sanki ilerici müzik budur gibi geliyordu bize.
O günlerde büyük müzik ustası Ruhi Su’yu tanıdım. Yayıncı Remzi İnanç benim bağlama çaldığımı biliyordu ve bir akşam Ankara Bahçelievler’de beni Ruhi Su ile tanıştırdı. Aynı evde şair Ahmed Arif de vardı. Ben nasıl mutlu olduğumu sözcüklerle anlatamam. Benim saz çaldığımı öğrenince Ruhi Su bana sazını uzattı ve Pir Sultan Abdal’dan bir türkü okumamı istedi. Türkünün bitiminde bana, «Neden kendi müziğimizi, kendi türkülerimizi okumuyorsun da batı müziğini icra ediyorsun» dedi. Bu soru karşısında o kadar utanmıştım ve sıkılmıştım ki, yüzüm kıpkırmızı oldu. Yüzümün allak bullak olduğunu fark edince bana, «Emperyalistler, sadece ekonomik olarak ülkeleri soymazlar. Kültür emperyalizmini de beraberlerinde getirirler» dedi. Ve ekledi: «İki gün sonra bana gel, sana plak yaptıralım». O gece sabaha kadar uyuyamadım. Yıl 1967. İlk kırkbeşlik plağım Ruhi Su usta sayesinde çıktı. Adı «Talancı»ydı. Plak çok tutmuştu…
Sizi devrimci sanata iten neydi?
Ruhi Su ile tanışmam benim müzik yaşamımın sıçrama tahtası olmuştur. Yabancı müzik üzerine Türkçe sözler söylemekle bizim müziğimiz gelişir miydi? Bugün, bu konuda şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Aranjman şarkıların egemen olduğu dönemde biz kendi öz müziğimizden, türkülerimizden kompleks duyuyorduk. Oysa ki, gerçek halk sanatçıları olan Pir Sultan, Karacaoğlan, Dadaloğlu’nu koruyan halk, gerçek değerlendiriciydi. Geldiğimiz nokta çok ilginç, bir o kadar da düşündürücüdür. Gerçek müziğimizi, dilimizi, kültürümüzü ve cumhuriyetimizi korumak devrimciliktir.
1968 yılı ile 1980 yılları arasında 17 kez cezaevine girdim, hapis yattım. Bu da ulusal değerlerimizi korumak adınaydı.
Besteleriniz, sizden habersiz de kullanıldı değil mi?
Bugüne kadar söz ve müziği bana ait olmak üzere 600’ün üzerinde beste yaptım. Bu bestelerden 300’ünü ben ve çeşitli sanatçılar okudu. Ancak telif hakları yasası olmadığı için bazı türkülerim çok çok ünlü sanatçılar tarafından plaklara ve kasetlere haberim olmadan okundu. Hem de geleneksel veya anonim diye yazılmıştı söz ve müziği. Benim 1972 yılında plağa okuduğum söz ve müziği bana ait olan ‘Şarkışla’ya Düşürmesin Allah Sevdiği Kulunu’ adlı bestem, daha sonra başkaları tarafından plağa ve kasete okunmuş, söz-müzik anonim ya da geleneksel yazılmıştı. Oysa ki, o yıllarda bu parçanın geleneksel olması mümkün değildi. Kaldı ki, bu türküyü bestelediğimde Diyarbakır Cezaevi’nde yatıyordum ve çeşitli devrimci siyasetlerden insanlar da bu türkünün bana ait olduğuna tanıktır. Fransa’da yaşadığım yıllarda da Erdem Buri ve Tülay German bu parçanın bana ait olduğunun en yakın tanıklarıdır.
‘Ses Verin Sesime Dağlar’ albümü nasıl oluştu?
Biraz önce de belirttiğim gibi, bugüne dek hep devrimci arkadaşlarımın ağıtlarını, türkülerini yapıyordum. Ama günün birinden kendi oğluma, Hakan’ıma ağıt yazacağımı hiç mi hiç düşünmemiştim. Oğlum Hakan’ı 26 yaşında Fransa’da trafik kazasında yitirdim. Öyle ki, hiçbir hekimin dindiremeyeceği, hiçbir suyun söndüremeyeceği acılar ve yangınlar içerisindeydim. Acılarımı ve yangınlarımı paylaşırsam, sesimi dağlara, kurtlara, kuşlara duyurursam belki acılarım hafifler diye düşündüm. Albümdeki diğer 13 beste de bu tür parçalardan oluşmuş, söz ve müziği bana aittir.
Bir süre önce ünlü halk sanatçısı Ruhi Su için, Atatürk Kültür Merkezi’nde bir anma konseri düzenlendi. Çeşitli sanatçılar ve gruplar konsere katıldı. Ruhi Su ve Dostlar Korosu da gecede Ruhi Su türkülerini okudu. Dikkat çeken bir yan, Ruhi Su ve Dostlar Korosu, türküleri söylerken saz kullanmadı. Ruhi Su, sazsız anlaşılabilir mi? Ya da çoksesli müzikte saza yer yok mudur?
Ben bu konuda Ruhi Su’yu anlayamamanın ipuçlarını görüyorum. Herkese soruyorum: Acaba Koro, Ruhi Su’dan daha mı çok armoni bilgisine sahip? Ruhi Su’nun türkülerini sazla söylemesinin çok önemli bir nedeni vardı. Sevgili hocamızın ivedilikle gördüğü ve tespit ettiği önemli şey, ulusal bir müzik yaratmaktı. Yöreler arasındaki farklı melodileri Ruhi Hoca, kendi çalma tekniğiyle ve bilgisiyle çözmüştü. Yoksa niye bana bağlamayla müzik yapmamı telkin etsin ki!? Ya da kendisi niye inatla türkülerini bağlamayla söylesin ki!? Gitarla vaya piyanoyla söyleme olanağı yoktu da, biz mi keşfettik? Böyle yapardı mı demek istiyoruz? Usta daha dün ‘Sabahın Bir Sahibi Var, Sorarlar Bir Gün Sorarlar’ deyip gitmedi mi?
Elbette ki çoksesli müzikte bağlamanın yeri vardır. Örneklere gelince: Arif Sağ, Berlin Filarmoni Orkestrası’yla yaptı. Fransız Rabat, ünlü bir orkesta şefidir ve orkestrasında iki de saz vardır. Ayrıca bu orkestra Tülay German’a da bir plağında eşlik etmiş ve bizim sazı da kullanmıştır.
TEMMUZ 2003
Kaynak: Last.fm
Bu sayfada bulunan metinlerin kaynağı sonunda belirtilmiştir. İçeriklerin hatalı ya da uygunsuz olduğunu düşünüyorsanız lütfen bizi bilgilendirin.