Deniz%2barcak%2b892758 10151555777289912 15787
Kaynak: last.fm

D. 1968-07-15

15 Temmuz 1968 tarihinde, hayatının ilk 18 yılını yaşayacağı Ankara’nın Bahçelievler semtinde doğar. Büyük kızları Canan’ın doğumundan 8.5 yıl sonra, aslında bir erkek evlat bekleyen Türkan ve Tuncay Arcak, ikinci çocuklarının kız olmasına ilk anda üzülmenin cezasını fena halde çekeceklerinden habersizdir o gün. Çünkü küçük Deniz, hiç de annesinin dizi dibinde oyuncak tencere ve bebekleriyle oynayan hanım hanımcık bir kız olmayacak, yaramazlığın daha çok yakıştırıldığı erkek çocuklarını asla aratmayacaktır. Zavallı Türkan Hanım, bu ‘overdose merak’a sahip kızını hiçbir zaman ‘koyduğu yerde’ bulamaz. Daha poposunda bez olduğu günlerden itibaren pencereden kaçıp kilometrelerce ötede bulunan Deniz’in peşinden koşturduğu günleri, ağlamakla gülmek arası bir sesle anar şimdi… Halbuki nereden bilsin, sonradan ‘hiperaktiviteye bağlı konsantrasyon bozukluğu’ diye bir rahatsızlık icat olacak, bu tür çocukların da tedavi yöntemlerinin de sayısı giderek artacaktır. Ancak o yıllarda o, ‘çocuk nasıl yetiştirilir’ seminerlerine katılmakta bulmuştur çareyi, ama çare bulmuş mudur, hayır. Deniz 30 yaşını geçtiğinde bile telefonda konuşurken koltukların üzerinde gezinmekte, bunu yapamadığında, arkadaşlarından sık sık ‘ay gına geldi, sallama şu bacağını’ azarı işitmektedir. Üstelik büyük kızları Canan sürekli takdir alır, anne-babasının sözünü dinlerken, Deniz okuma yazmayı ilkokul üçte sökerek, her yıl karnesini bilumum kırıklarla doldurarak ve ilkokulda bile hemen her gün disipline gönderilerek büyür. Kendisine sorsanız, hiçbir şey yapmaz aslında, sıkılmaktan başka. Çünkü dersler hiç ilgisini çekmez. Ondan ‘bir numara’ olacağından emin olan, ancak sık sık hayal kırıklığına uğrayan avukat babası Tuncay Bey’in, ‘Kapına idraksiz köpek yazdıracağım’ tehditleri de işe yaramaz. Ondaki acayip ‘damar pörtlemesi’, bugünlere kadar aynen gelir. Ama iyi kalpli bir çocuktur; yalan söylememek, dürüst olmak, insanları sevmek gibi şeyleri öğrenmiştir anne-babasından.Ablası Canan Hacettepe Dişçilik’ten üçüncülükle mezun olduğu yıllarda, Tuncay Arcak küçük kızının avukat olması gibi gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan hayalini kurmaya devam ediyor mudur acaba? Ulubatlı Hasan ilkokulundan, ‘dersleri berbat diye’ Ayşe Abla ilkokuluna alınan, sonra tuhaf bir şekilde yedekten TED Ankara Koleji’ni kazanan Deniz o sıralarda, sınıfın ‘bir şarkı söylesene’ tezahüratlarını karşılamaktadır. Bir ara dansöz, başka bir ara da veteriner olmak istemiş, Ankara Çok Sesli Çocuk Korosu’na katılıp, hocası Muzaffer Arkan’dan hayatının en iyi müzik eğitimini alıp beş sesli aryalar söylemiş, tabii üniversiteyi kazanamamış ve fotoğrafa merak saracağı döneme girmiştir. Babası uluslararası bir şirketin hukuk müşaviri olunca ailecek İstanbul’a taşınırlar ve Deniz, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademi’sinin fotoğraf bölümüne, misafir öğrenci olarak girer. Şirket iflas edince aile Ankara’ya döner ama ‘umut dünyası’ işte, belki bir baltaya sap olur umuduyla onu İstanbul’da bırakırlar. O yıl, fotoğrafla ilgilendiği, hatta sabahlara kadar karanlık odada kaldığı zamanlar da olur ama daha çok arkadaşlarıyla sokaklarda, parklarda ‘deneysel tiyatro’ yapmakla, birbirlerinin sırtına tutunup yürümek gibi abuk sabuk şeylerle eğlenmekle geçer zamanı. Şan bölümüne girdiğinde de durum değişmez; koridorda buz pateni eşliğinde Michael Jackson taklidiyle saçmalayan ‘zirtoplar korosu’ndadır… Bu bölümün sınavına girerken, tam ona sıra geldiğinde yemek molası verilmiş, molanın bitmesine yakın girdiği tuvaletten çıktığında, tuvaletle bölüm arasındaki kapının kilitlendiğini farketmiştir. O geçiş yolunu bulamazken, ‘31 Deniz Arcak’ diye seslenmeye başlarlar, o ise ‘buradayım, buradayım’ diye çığlık atsa da yolu bulamaz. Sonunda ona kapıyı açan bölüm başkanı Nihat Şenel, bunu yaptığı için pişman olmuştur herhalde ama kibar insandır, pek belli etmez. Zaten yetenekli bir öğrenci olduğunu teslim eder hep. Devamı

Albümleri (2)

Katkıda Bulunduğu Albümler (1)

Spotify